Sosyal medya bunu konuşuyor! Ben bunu defalarca yaşadım...
Prof. Zeki Bayraktar sosyal medya hesabından geçmiş seçim dönemleri ve seçmen olarak yaşadığı haksızlıkları dile getiren bir yazı paylaştı. İşte sosyal medyanın en çok paylaşılanları arasına giren o yazı...
Ekrem İmamoğlu’na oy veren CHP seçmeninin duygularını anlıyorum. Hatta iddia edebilirim ki, onları benden daha iyi anlayan biri olamaz. Çünkü onların ilk kez yaşadığı bu duyguyu ben defalarca yaşadım. Oy verdiğim/seçtiğim adayın mazbatasının/seçilme hakkının geri alınmasının ne demek olduğunu, bunun insanı nasıl çaresiz bir hale sürüklediğini benden daha iyi kimse bilemez. Çünkü ben bu duyguyu defalarca yaşadım. İşte bazı örnekler;
Yıl 1991, genel seçim var. O zaman seçmen kaydım İstanbul 2. bölgede ve ben oyumu Refah Partisi (RP) listesindeki ilk adaya yani Tayyip Erdoğan’a veriyorum. Ve RP o bölgeden 1 milletvekili çıkarıyor. Yani Erdoğan milletvekili seçiliyor. Mazbatasını alarak Ankara’ya gidiyor. Ama YSK 11 gün sonra mazbatayı Erdoğan'dan alarak –tercih oyları gerekçesi ile 2. sıradaki başka bir adaya veriyor. Buruk bir hal…
Yıl 1994, yerel seçimler var. Oyumu hem ilçemde hem büyükşehirde RP’li adaylara veriyorum. Tayyip Erdoğan İBB başkanı seçiliyor. Büyük bir coşku yaşıyoruz. Ama YSK, RP’li adayların kazandığı Fatih, Beykoz ve Yalova seçimlerini iptal ediyor. Coşkumuz kursağımızda kalıyor…
Ama esas darbe daha sonra geliyor. Benim seçtiğim belediye başkanı olan Tayyip Erdoğan, sırf bir şiir okudu diye koltuğundan alınarak hapse atılıyor. Evet, evet, sırf Arif Nihat Asya’nın MEB kitaplarında yer alan bir şirini okudu diye Erdoğan’ı koltuğundan ettiler ve hapse attılar. Görev süresini tamamlayamadığı gibi seçilmesi garanti olan bir seçime giremedi bile. Yetmedi, ‘’senin siyasi hayatın bitti, artık muhtar bile olamazsın’’ dediler. Seçtiğim başkanı alaşağı ettiler, yasakladılar, mahpusa gönderdiler…
Yıl 1995, genel seçimler. Oyumu RP’ye veriyorum. Ve RP 1. Parti oluyor. Tek başına olmasa bile hükümeti Erbakan hoca kuracak. Yani Erbakan hoca başbakan olacak! Bu, 1970’li yıllardan beri Milli Görüş çizgisinde olan insanların yıllarca beklediği bir andı. Ve o an gelmişti. Sevinç gözyaşları içindeyiz… Ama o da ne? Müesses nizam (temsilcisi Demirel) hükümeti kurma görevini Erbakan’a vermiyor. Bütün kural ve teamülleri yıkarak, hükümet kurma görevini 1. Partinin genel başkanına değil de 2. Partinin başkanına veriyor. Benim seçtiğim başbakan, başbakan olamıyor. Hüsran içindeyiz…
Mesut Yılmaz başbakanlığında ANAYOL hükümeti kuruluyor. Yaklaşık 1 yıl sonra Çiller ile kendi aralarında kavga ettikleri için hükümet yıkılıyor. Bu sefer mecburen görev Erbakan’a veriliyor. Ve nihayet Erbakan’ın başbakanlığında bir hükümet kuruluyor. Yani Erbakan resmen başbakan… mutluyuz...
Ama o da ne? Erbakan’a (ve dolayısıyla bize) hayatı dar ediyorlar. Asker bir yandan, medya bir yandan, üniversiteler bir yandan üstümüze üstümüze geliyorlar. Erbakan ve onun destekçilerine askeriyede, üniversitelerde, kamu kurumlarında kan kusturuluyor. 28 Şubat darbesi yapılıyor. Seçilmiş başbakan Erbakan’ı alaşağı ediyorlar. Refah Partisini kapatıyorlar. Meclisteki vekillerinin milletvekilliklerini düşürüyor ve çoğunu yasaklı hale getiriyorlar. Yani verdiğimiz oyların hepsi tek kalemde yok sayılıyor… Aylarca, yıllarca midemize kramplar giriyor. Hafakanlar basıyor... Kabuslar görüyoruz...Tam bir çaresizlik hali…
Yıl 1999, genel seçimler. Oyumu RP’den sonra kurulan Fazilet Partisine veriyorum. Ama yine aynı şeyler oluyor. Seçerek meclise gönderdiğim milletvekilini ‘’dışarı, dışarı’’ naraları ile meclisten dışarı atıyorlar. Hakaretin ardı arkası yok. Üstelik partiyi de kapatıyorlar. Yine seçtiğim milletvekilleri için siyasi yasaklar koyuyorlar. Yani verdiğim oyları yine yok sayıyor, hepsini çöpe atıyor ve üstelik de bize hakaret ediyorlar. Her defasında… Çaresizlik içindeyiz...
Ve yıl 2002, genel seçimler. Bu sefer İstanbul 1. Bölge seçmeniyim. Ve tevafuka bak ki, oy vereceğim partinin liste başı yine Tayyip Erdoğan. Oyumu yine ona vermeye hazırlanıyorum. Bu sefer kesin seçeceğim. Zira partisi zaten favori ve seçilememe şansı yok. Ama seçemiyorum. Hatta oyumu ona veremiyorum bile. Çünkü seçime birkaç hafta kala YSK Erdoğan’ın ismini çiziyor. Yani Erdoğan seçime giremiyor. Partisi %34 ile tek başına iktidar oluyor ama genel başkanı olarak kendisi seçime giremiyor bile… YSK, Türkiye genelinde 1. Olan ve benim de oy vermeye hazırlandığım bir partinin genel başkanını seçime sokmuyor. Yani başbakan olması gereken Erdoğan, milletvekili bile olamıyor…
Ancak aylar sonra ara seçimle milletvekili olabiliyor. Onu da milletvekili/başbakan olsun da ekonomik koşullar nedeni ile 12 yıl içinde silinsin gitsin, Erdoğan karizması bitsin diye mecburen yapıyorlar (bunu Baykal bizzat itiraf ediyor).
Ve yıl 2007. Cumhurbaşkanı seçimi var. Meclisteki çoğunluğu nedeniyle doğal olarak Ak Partiden bir isim CB seçilecek. Bu, anasının ak sütü gibi onun hakkı... Ama seçtirmiyorlar. Daha önce Özal 263 vekil oyu, Demirel 244 vekil oyu, Sezer 330 vekil oyu ile Cumhurbaşkanı seçilirken, Ak Parti adayı Gül, aldığı 352 vekil oyuna rağmen CB seçilemiyor. Niye? Çünkü CHP 367 garabeti diye bir şey çıkarıyor ve Anayasa Mahkemesine gidiyor. Anayasa Mahkemesi de ‘’evet, 367 gerekli’’ diyor. Benim seçtiğim milletvekillerinin oylarını yok sayıyor ve Ak Partiye (dolayısıyla bize) Cumhurbaşkanı seçemezsin diyorlar. Yetmiyor, ordu hükümete emuhtıra veriyor, CB seçmeye teşebbüs etti diye tehdit ediliyor. CHP de bu tehditlerini Cumhuriyet mitingleri ile sokaklara taşıyor. Velhasıl oylarımı(zı) yine gasp ediyorlar.
Bunun üzerine Ak Parti erken seçime gidiyor. Ve %47 ile tekrar iktidar oluyor. Ama o da ne? 14 Mart 2008’de (ki o gün Tıp bayramı idi) kapatma davası açılıyor. Gerekçe ne? Başörtüsünün üniversitelerde serbest olmasını sağlayacak bir kanun çıkarmak! Büyük suç!!!
Ve yıl 2009. 2008’de açılan kapatma davası karara bağlanıyor. Anayasa Mahkemesi, tek başına iktidar olan bir parti için, halkın %47 oyunu alan bir parti için kapatma kararı veriyor. Evet, evet, Anayasa Mahkemesi, bundan 50 yıl önce değil, yalnızca 10 yıl önce, benim de içinde bulunduğum milyonlarca oyu bulunan bir parti için (üstelik de iktidarda iken) kapatılsın diyor. Ama karar 6/5 ile alındığı için (7/4 olmadığı için) Ak Parti –şartlı serbest bırakılan hükümlüler gibi yakın takibe alınıyor ve yeni bir suç! İşlemediği takdirde kapatma kararı hazine yardımı kesilerek para cezasına çevriliyor. Yani bir bakıma Ak Partinin eli kolu bağlanıyor. Demokrasi adına seçmen için bundan daha büyük bir aşağılama olabilir mi?
İşte böyle…
Bir seçmen olarak beni aşağılayan (hor gören, yok sayan) daha nice hadiseler hatırlıyorum…
Ama bunlar yeterli olmalı…
Hiçbir seçmenin böyle bir psikolojiye sürüklenmesini istemem. Çünkü insan çok çaresiz hissediyor kendisini. Fakat söylemek istediğim başka bir şey daha var;
Geçmişte bize bu hadiseleri yaşatanlar veya bu zulümlere alkış tutanlar veya en azından suskun/dilsiz kalanlar, bakıyorum da bugün demokrasi havarisi kesilmiş durumdalar. Tam bir demokrasi fedaisi gibi ‘’haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’’ nutukları atıyorlar.
Oysa arşivler ortada, geçmişte kim ne demiş, nasıl davranmış hepsini biliyoruz…
Ve sağlam bir tevbei nasuh ihtiyacı içinde olanların sayısının hiç de az olmadığını görüyoruz.
2) Ayrıca, RP, FP mensupları partileri kapatılıp siyasi olarak yasaklandıkları zaman, usule uygun bir eleştiri yaptıklarında bile, ‘’hukuka karşı gelmek, TC devletinin kanunlarını tanımamak, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmek vb’’ suçlarla itham edilir ve soluğu DGM’de alırlardı. Uğradıkları hakaret ve medya linçleri de cabası… Bugün ise, bu kararı alan yargıçlar, CHP temsilcileri tarafından resmen ve alenen tehdit ediliyor, ‘’şöyle şöyle bir karar alırsanız Kızılay’da sokağa çıkamazsınız’’ denerek yargıya baskı yapılıyor, İBB adayı ‘’YSK’yı kınıyorum’’ diyor, genel başkanı grup toplantısında bu yargıçların isimlerini ve resimlerini tek tek göstererek ‘’bunlar yargı içindeki çeteler vs’’ diyor… Yani diyorlar da diyorlar...
Ama buna rağmen hiç kimse onlara gıkını bile çıkaramıyor, neden? Bizim bilemediğimiz bir koruma kalkanları mı var? Var galiba...
Merak ediyorum da, çok çok fazlası ile (hem de kesinlikle hukuki dayanaktan yoksun) benzeri kararlara maruz kalan RPFP temsilcileri böyle sözler söylemiş olsalardı, başlarına neler gelirdi acaba?
3) Ben şahsen oyunu Binali Yıldırım’a veren bir seçmen olarak YSK’nın bu iptal kararından memnun olmadım. Ama hukuki olarak değil, siyasi olarak. Zira ben bu kararın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu düşünmüyorum. Hukuki dayanağı var, hem de oldukça sağlam bir hukuki dayanağı var. Ama maalesef algılar gerçeklerin önüne geçmiş durumda. Ve Ak parti bu süreci yönetmekte zorlanacak gibi...
Ama öyle ya da böyle, yeni bir sürece girdik. Bu nedenle oyunu Ekrem İmamoğlu’na veren seçmen kardeşlerime de bir çağrım var;
Değerli kardeşim;
Ye'se düşmene gerek yok, zira İmamoğlu yasaklı hale gelmiş değil…
Seçime girmesi engellenmiş değil…
Hapse atılmış değil…
Telafisi mümkün olmayan bir sürece sokulmuş değil…
Birkaç hafta sonra tekrar seçime girecek ve oyunu dilersen yine ona vereceksin...
Ama keşke YSK bu seçim sürecini daha iyi yönetse idi de, böyle bir sonucu yaşamasa idiniz, yaşamasaydık. Ama yaşadık.
Umarım, bu vesile ile siz de bizim geçmişte neler yaşadıklarımızı (üstelik de çoğunlukla partinizin bize haksız bir şekilde neler yaşattığını) bir nebze de olsa anlamış ve hissetmiş olursunuz ki, artık bir daha böyle bir süreç yaşamayalım diye hep birlikte çaba sarf edelim ...
Eğer bu böyle olursa, kesinlikle hepimiz için, ülkemiz için çok önemli bir kazanım olur…
Hayırlısı olsun inşallah…"
Haber 7