Hasret (Yaşanmış Bir Hikaye).
” Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” Hz.MUHAMMED (AS)
Hastanede çalınan bebeğin anne ve babasının yaşadığı evlat hasretini anlatan ibretlik yaşanmış hayat hikayesi…
Şükür, hangimizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratana!…
Akla hayale gelmeyecek kötülükleri, gözlerini kırpmadan icra edebilecek insanları, iyiler arasından ayıklamak için ne harika bir metod…
Yine de Allah, bizleri tahammülü zor acılarla imtihan edip, çekemeyeceğimiz dertler yüklemesin üzerimize… YüklemesinReklamlar
de… Dünya imtihan yeri olmuş işte… Râb, söz verdiği gibi bazen korku ve açlıkla, bazen de canlardan veya mallardan eksilterek imtihan ediyor insanoğlunu. Arada bir dayanılmayacak dertler de yüklenebiliyor kullara… Tıpkı Esra bebeğin ailesinin başına gelenler gibi.
Cennete lâyık analardan biri, çok önemli bir sınavda. Çocuk çalmak için, hastahanede fırsat kollayan zalimlerden birinin ağına, bu sefer de onun bebeği düşmüştü. Acılar içinde kıvranan, kucağı boş kalmış anneyi, hep ilaçlarla teskin etmeye çalışıyorlar. Ama nafile…
Üç gün gibi kısa bir süre içinde, gözlerinin önünde karısının eriyip gittiğini gören baba, onun derdine hiçbir çare bulamamanın ezikliği içindeydi. Uykusuz geçen gecelerine aldırmadan, hep ailesinin başucunda, onun elleri ellerinde… Kendi perişan kalbinin halini umursamaz halde…
Bebeğini kaybettiğinin üçüncü günü, bir ara uykuya dalan zavallı kadın, ruhunu sonsuzca huzura kavuşturan bir rüyanın etkisiyle mutlu uyandı. Dudaklarında mesut bir gülümsemeyle, eşine düşünde gördüklerini anlattı.
“ Bembeyaz bir elbise vardı üzerimde… Nadide çiçeklerle, kuşlarla dolu bir bahçedeydim. Benim gibi giyinmiş kadınlar çevremi sardı. Gül güzlü Esra’mı beyaz kundağı içinde bana teslim ettiler. Bir daha asla yavrumdan ayrılmayacağımı müjdelediler.”
Üzüntüsünün şiddetinden yarı baygın hale gelmiş adam, karısının rüyasını hayırlara yorarak dinledi. Sahiden ümitlendi. Fakat büyük bir hasret ve özlem içinde kıvranan kadın, birkaç saat sonra aniden eşinin kolları arasında dünyaya veda etti.
Vefâkar baba, mazlum eşinin ölümüne de sebep olan bu olayın peşini yıllar boyu bırakmadı. Hiç bıkmadan, usanmadan her yerde, her şehirde yavrusunu aradı. Tam altı sene sonra, onun izine rastladığında öğrendiği hakikat, onu bir kez daha kahretti.
Çocuk hırsızları polis tarafından yakalanmışlardı. Şebeke elemanları sorguları sırasında, onun Esra’sını da kaçırdıklarını itiraf etmişlerdi. Küçücük, minicik bir canı, Almanya’daki bir Türk aileye evlatlık olarak satmak için, sıcak ana kucağından çalmışlardı. Fakat bu aile çocuğun ailesinin rızasını almadan onu evlât edinemeyeceklerini ısrarla söyledikleri için, bebek zalim hırsızların elinde kalmıştı. Onlar, çocuk için başka ailelerle pazarlık yapmanın telaşındayken, masum yavru bakımsızlık ve açlıktan üç gün sonra can vermişti.
Bu gerçekleri şehrin emniyet müdüründen öğrenen babanın üzüntüsü, yeni baştan tazelendi. Gözyaşlarını zaptedemedi.
“ Üç gün ha!” diyordu. “Yavrumu doğumundan sonra sadece üç gün mü yaşatabilmişler demek! Minicik bir bebeğin açlıktan ölmesine vicdanları nasıl müsaade etmiş?”
Yıllar süren biteviye bir kovalamacanın yorgunluğundan bitap düşmüş adam, dalgın dalgın evine doğru yürürken, artık mazide kalmış hazin bir öykünün hatırasıyla titredi. Karısının da doğum yaptıktan üç gün sonra vefat ettiği aklına gelmişti. O anda, gönlünde çiçekler açtı. Eşinin rüyasına giren gül yüzlü kadınları da hatırladı. Onların karısına verdiği müjdeyi de… Her şey öylesine birbirini tamamlıyordu ki…
Sanki bir an, karşıdaki uçsuz bucaksız ufukların ötesinde, kucağında ak kundaklı bebeği ile sonsuzca mutlu eşinin, kendisine özlemle bakarak gülümsediğini sandı…