Habertürk yazarı Fatih Altaylı 3 Ekim tarihli köşe yazısında McKinsey tartışmasına katıldı. Altaylı, 'O kadar açık ki, düşünmeye gerek yok. Zaten Bakanlık adına yapılan açıklamada bizim düşünmemize gerek kalmayacak kadar net söylenmiş her şey. ' ifadelerini kullandı.
Altaylı'nın 'Ali Veli, Veli Ali' başlıklı yazısının o bölümü:
"Diyorsunuz ki, “McKinsey ile yapılan anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?”
‘Diyorsunuz ki’den kastım okurlar, yani sizler.
Madem merak ediyorsunuz söyleyeyim.
Bu konuda siz soruncaya kadar hiç düşünmedim.
Çünkü düşünecek bir şey yok.
O kadar açık ki, düşünmeye gerek yok.
Zaten Bakanlık adına yapılan açıklamada bizim düşünmemize gerek kalmayacak kadar net söylenmiş her şey.
“Türkiye’nin performansını denetleyecek” McKinsey.
Bu açıklamadan sonra düşünmeyi gerektirecek bir durum yok.
Herkesin hemfikir olduğu, Barclays Bank’ın yeni açıkladığı raporunda da görüldüğü bir şekilde Türkiye’nin çok ciddi bir dış kaynak açığı var.
Bu kaynağın mümkün olacak en düşük maliyetle Türkiye’ye yönlendirilmesi lazım.
Ancak yabancı finans kurumları, bu konuda Türkiye’nin belirli bir denetim altında olmasını istiyorlar.
Bir anlamda bir şirkete kredi verecek bankaların o şirketin mali tablolarını görmek istemeleri gibi bir durum.
Bu yüzden de Türkiye’nin mali disiplinin denetlenmesini ve bunun raporlanmasını istiyorlar.
Normalde bu işleri Türkiye, IMF üzerinden hallederdi.
IMF, Türkiye’ye küçük bir miktar kredi verir ama asıl olarak finansal yatırımcılardan gelecek fonlar için “IMF’in ülkede yaptığı düzenli denetim” bir garanti olurdu.
Gelecek yatırımcı bilirdi ki, Türkiye’nin bir programı var, bu programa uyulursa verdikleri paraları geri almaları mümkün.
Şimdi Türkiye’de IMF alerjisi olduğu için, Türkiye IMF denetimini kabul etmiyor.
Yabancı yatırımcılar ve finansörler de diyorlar ki, “Tamam da birisi denetlesin.”
İşte MCKinsey’in yapacağı budur.
***
McKinsey’in sicili
Bir diğer soru McKinsey güvenilir bir kurum mu?
Tabii bu soruya ben gülerim.
Güvenilir ne demek ya da kim güvenilir!
Ortalıkta pek çok laf dolaşıyor.
Özellikle de McKinsey’in yönetim danışmanlığı verdiği Enron’un büyük bir skandalla batmış olması.
Enron skandalını o günlerde çok yazdım.
Enron’un batışında McKinsey’den daha büyük rezalete imza atan uluslararası denetim şirketi Arthur Andersen’di.
Arthur Andersen’i ben Türkiye’deki bankacılık krizinde gündeme getirmiş ve “Bunca banka batarken bunların sözde denetimini yapan Arthur Andersen ne halt ediyordu” diye günlerce yazmıştım.
Enron giderken beraberinde Arthur Andersen’i de götürdü.
McKinsey’in sicilindeki kara sayfa bana göre Enron rezaleti değildir.
Rockefeller’in kurulumuna büyük katkı sağladığı Chicago Üniversitesi profesörü McKinsey tarafından 1926 yılında, askeri müteahhitleri denetlemek amacıyla kurulan şirket hızla büyüyerek dünyanın en büyük muhasebe ve yönetim danışmanlığı şirketi haline geldi.
Büyük buhran sırasında ya da hemen ertesinde 1932 yılında New York ofisini açtı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Avrupa’da da sıkı bir örgütlenme içine girdi.
McKinsey’in sicilindeki en kara iki leke ise bir “insider trading” suçlaması ve Güney Afrika’da karıştığı bir skandaldır.
Şirketin en üst düzey yöneticisi olan Rajar Gupta, “Galleon Skandalı” olarak bilinen bir içerden bilgi alma suçlaması sonrası 6 yıl önce FBI tarafından tutuklandı.
Güney Afrika’da geçen yıl patlayan skandal ise halen sürüyor.
Her iki skandaldan sonra şirket kendi içinde yeni kurallar belirleyerek pislikten kurtulmaya çalıştı.
Ama insanın olduğu yerde güven meselesi her zaman sorgulanır."