Elazığ’da Hastaneden Kaçan Deliler ve Geri Geliş Hikayesi
hastanenin başhekimidir. Mutemet Bey; “Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin” der. Doktor önde birkaç personeli arkasında kara trencilik oynayarak bütün Elazığ’ı “çuf çuf”
nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemet Bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler hastaneye geri dönmüş olurlar. Sorun çözüldüğü için hem mülki makamlar ve doktorlar, hem de trencilik oynayıp hastaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok memnundur. Olayın en enteresan yanı akşam sayımında ortaya çıkar çünkü hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.
Büyük günah işleyen, çok fazla zina yapan insan, sonra tövbe edip af dilerse, doğru yolu bulursa af olunur mu?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Zinanın hükmü İslam'da açıktır. Suçunu hakimin huzurunda dört defa ayrı ayrı itiraf ederek cezanın verilmesini isteyen veya dört şahidi bulunan birisi hakkında karar verilir. Şayet bu insan evli ise recm cezası, bekar bir insan için ise verilecek karar recm değildir, yüz değnek sopa vurulur.
Fakat suçunu itiraf etmeyen veya yaptığı bu fiili kimse görüp şikayet etmemiş ise, bu insanın yapacağı tek şey günahından dolayı pişmanlık gösterip bir daha yapmamak üzere tövbe etmektir
.
Ayrıca böyle bir suç işleyen kimse suçunu itiraf etse bile şu anda bunun cezasını uygulayacak bir merci yoktur. Geriye iki şey kalıyor. Biri kul hakkıdır; varsa helalleşmek gerekir. Diğeri de Allah hakkı için tövbe, istiğfar etmek ve bir daha o günaha girmemektir.
İnsan hem iyilik hem de kötülük yapmaya uygun yaratılmıştır. Onun için
zaman zaman isteyerek veya istemeyerek günahlara girebiliyor. Bu konuda Kur’an-ı Kerim'de,
“Allah, kendisine şirk koşulmasının dışındaki istediği kimselerin bütün günahlarını bağışlar."(Nisa, 4/48,116)
buyurarak, hangi günah olursa olsun affedebileceğini bildirmektedir.
Kitaplarımız da canı gönülden yapılan tövbenin Allah tarafından kabul edileceği ifade edilir. Nitekim
Allah Teala,
“Ey iman edenler, nasuh tövbe ile tövbe edin ki Allah da sizin kabahatlerinizi affetsin ve altlarından ırmaklar akan cennetlerine koysun.” (Tahrim, 66/8)
buyurarak, yapılan tövbelerin kabul edileceğini beyan eder. Ayette geçen nasuh tövbe ise şöyledir:
1. Allah’a karşı günah işlediğini bilerek, bu günahtan dolayı Allah’a sığınmak ve pişman olmak.
2. Bu suçu işlediği için üzülmek, Yaratıcıya karşı böyle bir günah işlediğinden dolayı vicdanen rahatsız olmak.
3. Bir daha böyle bir suça dönmeyeceğine dair bir karar içerisinde olmak.
4. Kul hakkını ilgilendiriyorsa onunla helalleşmek.
Bir rivayette de "Nasuh Tövbe" şöyle tarif edilmiştir:
"- Günahlara pişmanlık.
- Farz ibadetleri yapmak.
- Zulüm ve düşmanlık yapmamak.
- Kırgın ve küskünlerle barışmak.
- Bir daha o günaha dönmemek üzere karar vermek." (bk. Kenzü'l-Ummal, II/3808)
İnşallah bu şartları yerine getirirsek Allah’ın tövbelerimizi kabul edeceğinden ümitli oluruz.
Ancak insan her zaman korku ve ümit içerisinde olmalı. Ne ibadetlerimize güvenip övünebiliriz, ne de günahlarımızdan ümitsizliğe düşebiliriz. "Ben çok iyiyim, bu işi hallettim." demek ne kadar yanlışsa, "Ben bittim, beni Allah kabul etmez." demek de o kadar yanlıştır. Ayrıca, suçunu anlayıp tövbe edip, Allah’a sığınmak da büyük bir ibadettir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Güzelliği göstermek için giyinmek ve beğenilme arzusu günah mı?
Mesela bir elbise giydik çok güzel ve değişik güzel küpeler ayaklara takılar taktık kadınlar arasında.. Bunları yaparken ne güzel oldum demek, insanlara bu güzelliğimi giysi ve takılarımı göstermek istemek günah olur mu gösterişe girer mi? Kadın fıtratı olarak süs ve güzelliğe düşkünüz. Niyetim insanları küçük düşürme değil güzelliğimi göstermek bazen de beğeniyorlar böyle olunca insanın hoşuna gidiyor bu nefsi olup büyük günahlara girer miyiz? Nasıl bir yol izlemeliyim bunları giyerken takarken niyet ne olmalı.? Her işimizi Allah rızası için yapmalıyız. Bunu nasıl anlamalıyım?
Değerli kardeşimiz,
İnsana takılan nefis evvela kendini beğenmek sonra da başkasının nazarında beğenilmek ister, bu zaten imtihan sırının gereğindendir.
Bu istek ve arzu, bedeni güzellikten, kıyafet güzelliğine, zenginlikten, sportif faaliyetlere, maddi varlıktan, insanın zeka seviyesine, geldiği makama kadar her şeyde böyledir.
Aslında bunların hiçbirinin bizden olmadığının ve kalıcı da olmadığının şuurunda olursak, bu içimizi kemiren beğenilme isteğinin de pek manasız olduğunun hemen farkına varırız.
Nefsi başıboş ve nakıs aklımızın emrine verirsek sonuçta hem asla tatmin olmayacaktır, hem de bizi ifrat veya tefrite doğru kayan bir insan yapacaktır.
Peki ifrat nedir? Tefrit nedir? Biz hangi yolu tutmalıyız ve hangi yolu seçmeliyiz? Nefsimizin isteklerini nasıl dizginleyeceğiz? Gibi suallere cevap nedir o zaman?
İşte onun en güzel cevabını da bizleri yaratan Cenab-ı Hak veriyor: “Sırat-ı Müstakim” üzere olun diye. Yani orta yolu, denge yolunu tutun diyor. Yani aşırı uçlardan kaçının diyor. Ve onu bize İslam ile tarif ediyor.
Elbette nefsin de bir şekilde tatmin olması gerekiyor. Bizden dünyadan el-etek çekmemiz istenmemiş; yiyeceğiz, içeceğiz, temiz ve güzel de giyineceğiz, gezeceğiz, aile kuracağız, çalışıp para kazanacağız, vs... Ama hep helal daire içinde, sırat- müstakim üzere.
Konumuz olan “Güzellik ve beğenilme” arzusuna gelince;
Ne kendimizi koyverip, perişan vaziyette, kir, pasak ve dağınıklık içinde gezeceğiz, ne de her şeyimizi ve bedenimiz dahil maddiyatımızı ortaya koyup cümle aleme teşhir edeceğiz.
Helal dairede, Allah’ın koyduğu sınırlar çerçevesindeki eş ve akrabalarımız içinde nasıl bir tutum içinde olmamızın gerektiği, öte taraftan toplumun diğer tabakaları arasında insanlar içinde nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğinin hudutları İslam ile çok net çizilmiştir. İlmihal kitaplarımızda bunun tarifini gayet güzel belirtmektedir.
Bu çizilmiş hudutların elbette bildiğimiz ve bilemeyeceğimiz pek çok hikmeti vardır. Ama hikmetinden evvel, emir Allah’tan gelmiştir. Hem dünya ve hem ahiret saadetimiz için bize düşen de O’nun emirlerine ve hudutlarına kayıtsız şartsız itaattir.
İmanı kavi olan birisinin, “Ben Allah’ın emrini yerine getiriyorum!” dediğinde duyduğu huzur ve mutluluk, “Nefsine teslim olmuş, canının istediği şekilde davranan!” birisinin duyabileceği anlık hazlardan sonsuz defa fazladır.
Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve helal dairede davranmak da Allah’ı zikretmenin en güzel şekillerinden biridir. Rad suresi 28. ayette mealen buyurulduğu gibi:
“Hidayete ermiş olanlar da kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.”
İşin özü, bizim vazifemiz aklımızı Allah’ın bir ve tek olduğunu bulmakta kullandıktan sonra, o aklımızı artık Ona, yani Kuran ve Peygamberinin (asm) sünnetine teslim etmek ve her işimizde İslam ölçüsünü kullanmaktır.
İlave bilgi için tıklayınız:
Birisi bizi överken nasıl davranmalıyız? "Sesin çok güzel." diyen ...
"Övünmek, övülmek ve övmek" fiillerini hiç yapmamalı mıyız ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Ezan okunurken sohbet yapmak veya Kur'an okumaya; vaaz ve nasihata devam etmek caiz mi? Ezana icabetin hükmü nedir?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Günde beş defa minarelerimizden yükselen ezan-ı Muhammedî İslâm'ın en mühim şeâir, işaret, sembol ve alâmetlerinden birisidir. Ezanın her tekrar edilişinde tevhid ve risâlet ilân olunmakta, imandan sonra en mühim hakikat olan namaza dâvet edilmektedir. Bundan dolayı ezanı duyan müminin İlâhî dâvete icabet etmesi imanının bir gereğidir.
Ezana icabetin esas mânâsı, o vaktin namazını kılmaktır. Fakat, ezan okunduğu anda da müezzine icabet etmek sünnettir. Müezzine icabet etme hakkında rivayet edilen hadislerden hareket eden âlimler, ezan işitildiği zaman müezzine icabet etmenin, söylediklerini tekrar etmenin vacip olduğunu söylemişlerdir. Fakat, çoğunluğun kabul ettiği görüş, müezzinin okuduğu ezanın tekrar edilmesinin sünnet olduğudur. (Neseî, Ezân: 33.)
Mümkün mertebe ezan okunurken başka bir şeyle meşgul olmamalı. Ezan okunurken konuşmaya, meşguliyetlere ara verilmeli. Bir hürmet ve tâzim içinde, huşû içinde ezanı dinlemeye çalışmalı. Bedaiu’s-sanâî ve el Fetâva’l-Hindiyye gibi fıkıh kaynaklarında şöyle denmektedir:
“Ezan okunurken müezzinin söylediklerini tekrar etmekten başka bir şeyle meşgul olmak, konuşmak uygun değildir.”
“Hattâ, Kur’ân okunurken bile olsa, durup ezanı dinlemek, icâbet etmek daha faziletli olur.” (Bedayi, I/155)
Fakat, yetiştirilmesinde âciliyet olan bir işi bir an önce bitirmeye çalışmak gibi meşrû meşguliyetlerde bulunan bir kimsenin, ezan okunurken işine devam etmesi onu günaha sokmaz. Yatıldığı yerde ezanı dinlemenin de bir sakıncası yoktur. Niyetinde ezana karşı bir hürmetsizlik bulunmadığı müddetçe bir mesuliyet getirmez. Zaten insanın yatarken zikir, tesbih, tekbir getirmesi, hatta Kur’ân âyet ve sûrelerini okuması bile câizdir. Peygamber Efendimizin (asm) bazen yatağa girdikten sonra duâ âyetleri okuduğunu biliyoruz.
Ezan kelimeleri tekbir ve şehadetlerden ibarettir. Bunlar da yatakta iken dinlenebilir. Ancak imkân nisbetinde kalkıp oturarak dinleyip icabet etmek daha uygundur.
Gerek bir ihtiyaç için, gerekse abdeste hazırlık için ezan okunurken tuvalete girmek, tuvalette bulunmak bir mahzur teşkil etmez. Zâten insan tuvalette iken namazın farzlarından birisi olan necâsetten tahareti gerçekleştirmekte, temizlik yapmaktadır. Orada tabiî bir ihtiyaç telâfi edilmektedir.
Hülâsa, ezan okunduğu esnâda, insan müsait olduğu ve imkân bulduğu zaman durur, ezanı dinler, icâbet eder. (bk. Mehmed Paksu, Aileye Özel Fetvalar)
Fıkıh kitaplarımıza baktığımızda "Ezana İcabet" konusunda söylenenler arasında şunlar vardır:
Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır. Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar..
Resulullah Efendimiz (sav) buyurur.:
Ezanı duyduğunuzda müezzinin dediği gibi deyin."(Müslim, Salat 7)
Buna göre Hanefiler bunun, vacip olduğunu söylerler, çünkü emir "vücup" ifade eder. Malıkilerden bazıları ve Zahirilerin mezhebi de budur. İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Hanefilerden Tahavî'nin de içinde bulunduğu cumhura göre sözle icabet vacip değil, müstehaptır. (Davudoğlu, VI/27; lbn Hacer, Fethu'1-Bârî, N/92-93; Aynî, IV/280)
Kendi kendine Kur'an okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir. Ama mescidde (başkaları dinlerken) Kur'an okuyan, okumasına devam edebilir.
Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi?
Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kur'an'ın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında İslam'ın her hangi bir müessesesini ya da bir meselesini inceleyen seminerler, ya da paneller de böyle sayılabilir. Zaten ezan esnasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir.(bk. Bilmen, İlmihal 128)
Ama okunmakta olan ezana hiçbir türlü icabet etmemek, bir an için olsun durup ona iştirak etmemek mahzursuzdur denemez. Bunun için elbette ezanın, lahnsiz, tegannisiz, yani sünnet üzere okunan bir ezan olması gerekir. Böyle sünnet üzere olmayan ezanı dinlemek zorunlu değildir.(Tahtavî, s.162)
Ayrıca, hepsini dinlemesi gerekir diyenler varsa da, sadece ilk duyduğu ezanı ya da sadece kendi mescidinin ezanını dinlemesi yeterli olur. (Hindiyye, I/57)