Anne duası kabul olur mu? Annelerimize karşı görevlerimiz nelerdir? Anne duasının bereketi ve anne duasını almanın önemi…
Hakîm Tirmizî Hazretleri gençliğinde ilim öğrenmek için, bulunduğu yer olan Tirmiz’den ayrılıp başka bir yere gitmek için iki arkadaşı ile anlaştılar.
Bu kararı annesine bildirince, annesi çok üzüldü. Oğluna dedi ki:
“ Yavrum! Ben zayıf, biçare, yakını ve senden başka yardımcısı olmayan bir kimseyim. Üstelik hastayım. Benim bütün hizmetlerimi
sen yapıyorsun. Beni yalnız, çaresiz kime bırakıp gidiyorsun?”
Annesinin bu sözü ona çok te’sir etti Bir taraftan ilim öğrenme arzusu, diğer taraftan ana hakkı kendini zor durumda bıraktı. Sonunda ana hakkının önemini düşünerek, ilim tahsiline gitmekten vazgeçti. Durumu arkadaşlarına bildirerek, onlarla beraber gelemeyeceğini söyledi.
Arkadaşları şehirden ayrılıp ilim tahsiline gittiler. Onlardan ayrı düşüp ilim tahsilinden mahrum kalmasına çok üzülüyordu. Aradan epey zaman geçmesine rağmen, ilim öğrenme arzusunu içinden bir türlü atamadı. Yalnız kaldığı zamanlarda bir kenara çekilir, uzun uzun bu üzüntü sebebiyle ağlardı. Bu halini gören annesi:
“ Allah Teala inşallah seni bu arzuna kavuşturur.” diye dua ederdi.
Bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor, hem de kendi kendine:“ Benim halim ne olacak, arkadaşlarım ilim tahsil etmeğe gittiler, gerekli ilmi öğrenecekler. Ben ise, burada cahil kaldım. Benim halim ne olacak?” diyordu. Bu halde iken aniden yanma nur yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi.
“ Yavrum! Sen derdini anlatırsan sana yardımcı olabilirim, niçin böyle ağlıyorsun?” dedi.Hakîm Tirmizî Hazretleri, başından geçenleri uzun uzun o zata anlattı. Sonunda:
“ İşte ağlamamın sebebi budur.” dedi. O zat:“ Kısa zamanda, o iki arkadaşının ilminden daha fazla bir ilme sahip olman için, her gün gelip, sana ders vermemi ister misin?” dedi. Hakîm Tirmizî Hazretleri sevinç içinde:
“ Tabiî isterim.” cevabım verdi.Bu hadiseden sonra, bu nur yüzlü zat her gün gelip kendisine ders verdi. Ders verme işi üç yıl devam etti.
Üç yıl sonra bu zatın Hazreti Hızır olduğunu anladı. Bunun üzerine buyurdu ki:“ Bu büyük ni’mete annemin rızasını almam ve onun duasına mazhar olmam bereketiyle kavuştum.”
Bundan sonra da her pazartesi gecesi Hazreti Hızır gelir, manevî hallerinin noksanlıklarını tamamlardı.
ANNE DUASI (Abdüllatif Uyan)
Ziyaeddin Nahşebi, devrinin evliyası
Sohbeti temizlerdi, kalplerden kiri, pası.
Güler yüz, tatlı dili, meşhurdu halk içinde
Gece gündüz çalışır, dîne hizmet içinde
Öyle fazla dualar, aldı ki annesinden
Ellerini öpmeden, çıkmazdı hanesinden
Bir günde ayağının altını öptü onun
Annesi bunu görüp, dedi (Ne yapıyorsun?)
Ve öyle içten dua etti ki bu oğluna
İşte ne oldu ise, o anda oldu O’na.
Kendisi buyurur ki: (Kavuştuğum her nimet,
Annemin duasıyla, erişti bana elbet)
Sohbet ediyor iken, bir gün sevdikleriyle
Kelimei tevhidi, okudu öncelikle.
Buyurdu: (Kardeşlerim, işbu kelime var ya,
Biz bunun sayesinde, geldik hep bir araya.
Bilcümle Peygamberler, sahabe ve tabiîn
Uğraşıp çile çekti, hep bu kelime için,
Sonra gelen binlerce büyük alim, velîler
Bu kelime uğruna canlarını verdiler.
Cennete girmek için nihayet ahirette
Yine bu kelimeyle, mümkün olur elbette.
Öyle çok üstünlüğü, var ki bu kelimenin
Hatta bir kefesine konsa bu terazinin.
Diğer kefe, cümle günahlarla dolsa tam
Buna rağmen yine de, ağır geldi bu kelam)
Bir gün buyurdu ki: (Bu dîne hizmet için
Çalışırken kalbini, kırmayın hiç kimsenin
Kafirin kalbini de, kırmak yoktur bu dinde,
Bu çok fena bir iştir, Hak Teala indinde.
Nazik kibar olmağa gayret edin her zaman
Kaçının titizlikle, kavga, münakaşadan.
Zira bunun sebebi, kibir ile öfkedir.
Bunlar ise insanın, asıl felaketidir.
Buyurdu ki: (Kardeşlerim, Emri bi’1ma’ruf sevabı
Öyle çok fazladır ki, yoktur haddi hesabı.
Dağ kadar çok altını, sadaka verse insan,
Yine azdır, bir altın zekatın sevabından
Nafile hac ve ömre yapmak için bir kimse.
Yolda tek bir namazın, vaktini geçirirse.
O hac ile Umre’den hiç sevap kazanamaz.
Zira nafile için kazaya kalır namaz.
Büyüklerden birisi, sık sık buyururdu ki:
(Zahir ma’mur ve lakin batın harap halbuki.
İnsanlar zahirini, dışım süslüyorlar,
Halbuki Hak Teala batma, içe bakar.
Ne kadar süslese de, bir insan zahirini
Hak Teala, görüyor, onun fena nalini.
Hatta bozuk niyetle yaparsa çok ibadet
Hak Teala indinde, bulamaz yine rağbet.
Zira Allah, sadece amele bakmaz asla,
Bakar ki o ameli yapmış mıdır ihlasla.
BİR ANNE DUASININ BEREKETİ İLE…Geredeli bir komşumuz vardı. Orta halli bir esnaftı. İki ailesi vardı. Geceleri sabaha kadar içki içer, sabana kadar bir kenara sızardı. Namazniyaz, oruç gibi ibadetlerden mahrumdu. Kimseye faidesi dokunmaz, herkesin nefretin! kazanmıştı.
İlk ailesi tesettürlü, vakarlı, herkesin itibar ettiği mütevazi bir hanım efendi idi. İkinci karışı ise, kaba saba, hayasızca kocasının içki sofrasın) severek hazırlayan bir kadındı. O zamanki tabirle bir Tango idi.
Bu adam, ilk iffetli karışım küçümser, daima onu tahkir eder, hatta bazan dövdüğü olurdu. Bilhassa kabak çiçeği gibi açılmasımsaçılmasım ister, bu da olmayınca ona karşı husumeti artardı.
Nihayet bu eza ve tahkirlere tahammül edemeyen, o sabırlı, tertemiz, İslamî vasıflarla temayüz eden, bütün civarın kendisini sevdiği, hürmet gösterdiği nezaketi ve her hareketi ile İstanbul hanımefendisinden ayrıldı, (hakikatte adam mı boşadı, yoksa kadıncağız ailesinin evine mi döndü orasını bilemiyorum.)
Bu bahsettiğimiz kimsenin Allah’ın mahluku olan bütün insanlara iyi, kötü demeyip ayırt etmeden şefkat nazarı ile bakan saliha bir annesi vardı. Her şeyin, Allah Teala hazretlerine iltica, dua yoluyla sonuçlanacağım bilenlerdendi. Ağzından bir defa olsun kötü söz çıkmazdı. Tekrar ettiği dua şu olurdu:
“– Ya Rab! Yunus’umun bir defa olsun Cuma namazına gittiğini bana göster!”
Zaman geldi, Rabiai Adviyye meşrebinde olan bu yaşlı hatun oğlunun istikbaldeki halini göremeden Rabbine kavuştu. Annesinin vefatı, Allah’ın nusreti ile oğlunda öyle bir değişiklik meydana getirdi ki, kısa bir zamanda onun o kötü hal ve görüşleri birden bire hakikat yoluna yöneldi.
Şimdi, o sabahlara kadar içki içilen odanın ışıkları gene yanıyordu amma bu sefer Yunus Bey namazlar kılıyor, istiğfar ediyordu. Kaza namazları, oruçlar, sadakalar, hayır hanesattan biri birini takip ediyordu. Hanesi misafirlerle dolup dolup taşıyordu. Herkesin evvelce nefretle baktıkları Yunus Efendi bu sefer tam tersine herkesin sevdiği, hürmet ettiği bir insan olmuştu. Kendisine müracaat eden her darda kalanın yardımına yetişiyordu. Ticari işleri de günden güne inkişaf etmiş, hayli zenginleşmişti. Amma o bunlarla da tatmin olmuyor Hicaza gidip o mübarek beldeye yüz şurup geri kalan ömrünü orada huzur içinde geçirmek istiyordu. Bir sebebini bulup pasaportunu aldı. Çünkü o zamanlar bilhassa hicaza gitmek için hayli kimselere müracaat edip yüz suyu dökmek icap ediyordu.
Her ne kadar ailesine, Allah’ın rızasını kazandıracak bir İslamî hayata dönmesi telkînatında bulunmuş ise de, onu ikna edemedi. Ve yalnız basma mübarek beldeye hicret etti. Ve orasının sakinleri tarafından çok sevildi. Namazları mescidi nebevide kılıyordu. Sık sık oruçlu oluyor, açları doyuruyor, çıplakları giydiriyordu. Hülasa bütün ahlakı hamide, üzerinde toplanmıştı. O zamanlar Hicazda aşırı bir fakirlik hüküm sürüyordu. Halk yarı aç, yarı tok bir vaziyette idi. Yılda bir bez entari yaptırabilen pek azdı. Hükümet memurun 1520 riyal olan maaşım bile ödeyemiyordu. Çünkü henüz petrol kuyuları açılamamıştı. Böyle bir zamanda Yunus Bey’in İstanbul’dan getirdiği paralar çok faideli oluyordu.
ALLAH RIZASI İÇİN KULLANILAN DİLCesette bir çiğnem et vardır. O salih olursa bütün ceset salih olur. O da kaibdir, buyurulmuştur. Dil de kalbin tercümanı olduğuna göre, dilin vazifesi çok mühimdir. Bütün sürçmeler hatalar, günahlar onunla işlenildiği gibi bütün iyilikler sevaplar, gönül almalar hep onunla elde edilir.
Dil’in afetlerinden sakınılmalıdır. Dil hüsn ü isti’mal edilip de Allah’ın rızası yolunda kullanılırsa baha biçilmez ne güzel bir uzuvdur. Allah Teala’nın has kulları bu hususa çok dikkat ederler.
Bilhassa beddua etmekten sakınmalıdır. Bazı kadınlar, ağızlarında sakız gibi bu kötü hali itiyat edinmişlerdir, sebepli sebepsiz her şeye bilhassa oğullarına kızlarına beddua ederler. Bu ne çirkin bir alışkanlıktır. Halbuki bilmezler ki, o hatalı söz döner dolaşır kendilerine isabet eder, bu yüzden dert ve sıkıntılannın sonu gelmez.
Bahsi geçen Yunus Bey’in muhterem annesi, oğlunun o kötü haline dayanamayıp beddua etse idi belki onun o kötü hali daha da beter olurdu. Halbuki maneviyatlı olgun kadın, gece gündüz oğlunun selahı için dua etti ve semeresini gördü. Çünkü ısrarla ve samimiyetle yapılan duanın kabul edileceğin! biliyordu. İnsanoğlu anne duası bereketiyle ne halden ne hale geliyor, teemmül edelim. Çünkü Allah Teala her şeye kadirdir.
DARDA KALINCAEbü Abdurrahman, Abdullah bin Ömer’in rivayetine göre, Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim, demiştir.
“Sizden evvel geçenlerden üç kişi yola çıktılar. Geceyi geçirmek için bir mağaraya girdiler. Derken dağdan bir taş düştü ve mağaraların ağzını kapattı. Bunun üzerine şöyle dediler: “İyi amellerimizle dua etmekten başka bizi buradan hiç bir şey kurtaramaz.” İçlerinden biri:
“ Allah’ım! Benim çok ihtiyar bir annem ve babam vardı. Onlardan evvel ne çocuklarıma ne de hayvanlara bir şey içirmezdim. Günün birinde odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar dönemedim. Akşam kahvaltılarım hazırladım; fakat onları uyumuş buldum. Onları uyandırmağı ve onlardan evvel ailece akşam sütü içmeği hoş görmedim. Çanak elimde olduğu halde onların uyanmalarım bekledim. Nihayet sabah oldu. Çocuklar ayaklanırım altında açlıktan ağlıyorlardı. Derken annem, babam uyandılar ve akşam sütlerini içtiler.”
Allah’ım! Eğer bunu senin rızan için yapmış isem bu taştan çektiğimiz belayı bizden uzaklaştır” dedi. Taş bir parça açıldı. Lakin çıkılacak gibi değildi. İkincisi şöyle dedi:
“ İlahi! Amcamın bir kızı vardı ki, onu herkesten ziyade seviyordum. (Bir rivayete göre; Bir erkek bir kadını ne kadar sevebilirse, ben de o kadar seviyordum) Onunla birleşmek istedim; lakin teklifim! kabul etmedi. Bir kaç sene sonra bir kıtlığa uğrayınca bana başvurdu. Kendisini bana teslim etmek şartıyla yüz altın verdim. Kabul etti.” Bu suretle fırsat elverince (diğer bir rivayete göre, cinsi bir muameleye başlamak üzere iken):
“Allah’tan kork da haksız yere mührümü bozma” dedi. Ben de Allah’tan korkarak, bu çok sevdiğim kadından uzaklaştım. Verdiğim altınları da ona bıraktım.
Allah’ım! Eğer bu işi sırf Sen’in rızanı kazanmak için yapmış isem, içinde bulunduğumuz belayı üzerimizden gider, diye yalvardı.
Mağaranın kapışı bir parça daha açıldı; yine çıkılabilecek derecede değildi. Üçüncü şahıs da şöyle dedi:
“ Allah’ım ücretle amele tuttum ve ücretlerini verdim. Lakin biri, ücretini almadan, bıraktı gitti. Onun ücretini ürettim. Onun nam ve hesabına mal çoğaldı.” Bir müddet sonra o adam yanıma gelerek:
“ Ücretimi ver.” dedi. Ben de:
“ Şu gördüğün deve, öküz, koyun, senin ücretinten üremiştir. Al götür.” dedim.
“ Ey Allah’ın kulu! Benimle alay etme.” dedi.
“ Seninle alay etmiyorum, hakikati söylüyorum.” dedim. Bunun üzerine malları aldı, hepsini şurup götürdü.
“ İlahi! Eğer bunu senin rızan için yapmış isem, içinde bulunduğumuz bu belayı üzerimizden def et.” dedi. Taş mağaranın ağzından kaydı. Onlar da hep birden çıkıp yürüdüler. (Riyazü’sSalihîn, Buharî ve Müslim)
ANNELER GÜNÜ – BABALAR GÜNÜAnneler günü on yıldan beri devam etmektedir. Babalar gününe, üçbeş sene kadar evvel başlanıldı ise de kısa bir zaman içinde canlılığım kaybetti. Belki kısa bir vakitte silinip gidecek. Keşke anneler günü de babalar günü gibi rağbetini kaybetse de o da onun akıbetine uğrasa, ne iyi ve hayırlı olur.
Avrupa, materyalist milletler topluluğu olduğu için, onlarda evlat, anne, baba bağlılığı köksüzdür. Samimi bir hava içinde değildirler. Evlat anababaya karşı saygısız, ebeveyn de evlada karşı şefkatsizdir. Maddeye aşırı düşkünlükleri onları bu hale getirmiştir. Çocukların yaşları on sekiz olunca hemen onlar kapı dışarı edilir. Yeter ki onların onlara malî külfeti olmasın da ne olursa olsunlar razıdırlar. Çünkü bugün onlarda din ve iffet duygusu hemen hemen yok olmuştur. Yani insanî, ahlakî görüş ve hareketler zümrüt ü anka misali, hayal olmuştur.
Yedi sekiz sene kadar evvel kardeşim, rahatsızlanmadı. Tedavi için Almanya’ya giderek bir ay kadar mecburi olarak hastahanede yatması icap etti. Bu müddet içinde hiç yalnız bırakılmadı. Küçük kardeşim ve orada bulunan yiğenlerim candan alakadar oldular, her gün hatta icabında günde birkaç defa uğradılar.
Aynı odada uzun bir tedavide bulunan bir Alman, bu hale hayret ediyor ve:
“ Bu sizi, ziyarete gelenlerin hiç işleri yok mu? Bu ne samimiyet, bu ne sevgi, halbuki benim çocuklarım aynı şehirde oldukları halde hiç gelmediler, amma görüyorsunuz karım fedakardır, haftada bir gün gelir, üç beş dakika oturur bir gül bırakır gider.” diyor. İşte maddiyatçı Avrupalının görüşü budur. Amma İslamiyet’te, aile hayatı ilahi temellere dayandığı için keyfiyet onların görüşlerinin tamamen tersinedir. Karıkoca aile unsurlarının tamamlayıcılarıdırlar. Allah’ın emri ve Peygamber Efendimizin sünnetine ittiba edilir. Nikahta dua edilir. Allah Teala’dan dünyevî ve uhrevî saadetler dileğinde bulunulur. Düğünde de herhangi masiyeti mücip hallerden sakınılırsa, Rabbimizin nusreti ve himayesine girilmiş olur ve yeni evliler besmele çekerek zifaf odasına girerler. Evliliğin icabı ne ise o yerine getirilir. Aile hayatında karı koca birbirlerine karşı, nezaketli, samimi ve uysal olmalıdırlar. Erkek üzerine düşeni, kadın da üzerine düşeni yapmalıdır. Her hususta birbirleriyle geçimli olmak saadetin temelidir. Her ikisi de bu hususlara dikkatli olurlarsa aralarındaki sevgi tezayüt eder. Erkek sabah evden ayrıldığında karışı onu sabırsızlıkla bekler, erkek de evine bir an evvel kavuşmak için can atar. Karışı süslenmiş bir vaziyette efendisini bekler. Hazırlanmış olan sofraya beraberce otururlar. Birbirlerine mecburiyet yoksa sıkıcı üzücü haberleri ulaştırmazlar. Her hareketleri saatlidir. Vaktinde yatarlar, vaktinde kalkarlar. Vakitsiz misafir gelirse, onu da hoş karşılarlar. Komşuları, bilhassa akrabaları ile geçimlidirler, onları aralıklı olarak ziyarete giderler ve gönüllerini alırlar.
Bilhassa ana ve babalarım baş tacı ederler, ister beraber, ister ayrı olsunlar daima onlara karşı hürmet ederler ve büyük bir nezaketle hizmetlerin! yürütürler.
Avrupalı’da veya dini zayıf züppe kimselerde böyle İslamî, insanî duygulardan mahrum oldukları için yılda analarına aldıkları kıymetsiz bir hediye ile kendilerini ikna ederler ve evlatlık vazifelerini yaptıklarını zannederler.
Halbuki Müslüman evlatlar, Allah’ın rızasını kazanmalı. Hem de annebabaların dualarım almak için icabında gece gündüz onların ihtiyaçlarım gidermeği evlatlık vazifesi bilirler ve bundan büyük haz alırlar. Varın onlarla kıyas edin!
ANNELERİMİZE KARŞI GÖREVLERİMİZİbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri buyurmuştur ki:Ey aziz! Edep ehli demişlerdir ki, babası ve anası hayatta olan kimsenin, onlara karşı olan edebi ve sohbetlerindeki şartı 15’tir:
1. Sözlerini dinlemek.
2. Emir ve isteklerini yerine getirmek.
3. Onlardan izinsiz oturmamak.
4. Onlar içeri girince ayağa kalkmak.
5. Yolda onların önünden yürümemek.
6. Sesini onların sesinden yüksek yapmamak.
7. Onları, isimleri ile çağırmamak.
8. Çağırdıklarında, gidip buyurun demek.
9. Hizmetlerini çabuk görmek.
10. Rızalarım almakta gayretli ve haris olmak.
11. Hürmet etmek.
12. Onlara, yaptığın iyilikleri söylememek, başlama kakmamak.
13. Onlara hiddetle bakmamak.
14. Yüzlerine karşı yüzünü ekşitmeyip, güler yüzle ve tatlı sözle gönüllerini almak.
15. Emir ve izinleri olmadıkça gurbete, sefere gitmeyip, yanlarında kalmaktır.
Gavsulazam kutburrabbani Muhammed Bahaeddin Nakşibend Hazretlerinin şöyle bir vasiyetleri varmış. Buyurmuşlar ki:
“ Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, evvela annemin kabrini ziyaret etsinler, sonra da benimkini.”
Geçen sene Özbekistan’a giden bazı dostlarımız bu vasiyete uyarak evvela bu şerefli validemizin mezarım ziyaret ettikten sonra Bahaeddin Hazretlerinin kabrine dönmüşlerdir.
ANALIK (Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan)
Gazetelerden birinde okuduğum bir yazı, beni son derece duygulandırdı:
Bir kedi, yavrularım emzirirken memesine yapışı? Sütunu emen yavru fareye hiç ilişmemiş, onu dakikalarca emzirmiş.
Kedi gözlerimin önüne geldi. Beyaz pamuk gibi göğsünü açmış, gurur, feragat ve asaletle yavrularım emzirirken, mini mini bir fare, belki daha gözleri açılmamış kedi yavrularının, biri birinin üzerine tırmanırken boş bıraktıkları bir memeye yapışıyor…
O fare yavrusunu derhal parçalayıp yutmak, uzviyetine geçirip taze süt halinde yavrularına ikram etmek ne zevkli bir şey! Fakat hayır, o şimdi kedi değil, anadır.
O pamuk gibi göğsünde gözleri yumulu yavrularına hayat sunarken, hilkatin mini mini pembe memelerine verdiği nimeti mukaddes bir alicenaplıkla can düşmanından esirgemeyen, belki onu şefkatle yalayan aziz ana!
Anladım ki, analık, can verici bir rahmet halinde serpilmeğe başladı mı? Uzviyetin bütün kasırgaları ve tufanları siner, susar. Ebu’lHasani Harkanî Hazretlerinin bildirdiğine göre:
Bir diyarda iki kardeş yaşıyordu… Kardeşlerden her biri sırayla, geceleyin yatalak annelerine bakardı! Diğeri ise, ibadetle meşgul olurdu. Bir gün onlardan biri yaptığı ibadetten çok haz almış olmalı ki ertesi gece kardeşine şöyle dedi:
“ Ey kardeşim! Ne olur bu gece de, Allah Teala’ya ibadet edeyim de; sen annemize bakıver.”
Kardeşi, seve seve kabul etti… O da gönül rahatlığıyla ibadete başladı… Gecenin ilerleyen saatlerinde, namaz kılarken secdede uyuya kaldı. O sırada bir rüya gördü. Rüyasında kendisine hitapla:
Önce kardeşini bağışladık. Seni de onun hatırı için affettik! denildi. Genç, taaccüble, hayret ederek sordu.
“ Fakat ben Allah Teala’ya ibadet ediyorum, oysa kardeşim anneme bakıyor! Nasıl oluyor da ben, onun ameli sebebiyle bağışlanıyorum?” Cevaben buyuruldu ki:
“ Evet sen, Allah Teala’ya ibadet ediyorsun! Kardeşin de annenize hizmetle meşgul, Allah Teala’nın senin ibadetine ihtiyacı yok, amma anneniz, kardeşinin hizmetlerine muhtaçtır.”
Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 83